29 Ocak 2012 Pazar

Akıl Oyunları...






Hiçbir zaman kavgacı biri olmadım.

Durduk yere hır gür çıkaran, çevresine sataşmak için bahaneler arayan, "bi' problem mi var biraaader?" diyen bir tip değildim.

Ne lisede müdür karşısına çıkan yumruklaşmalarım oldu, ne de ilkokulda mahalle kavgasında ağzını patlattığım biri..

Düşünürdüm.. Konuşurdum.. Anlatırdım.. İkna ederdim.

Mutlaka ederdim...

Dinlemeyi anlamayan biri olurdu bazen karşımdaki, yine de ederdim..

Kulaklarını kapamışcasına kelimeleri ardı ardına sıralayan, kendini dünyanın merkezinde, "haklıların efendisi" gören biri de olabilirdi karşımdaki.

Yine ikna ederdim...

Hatalı olabilirdim. Fevri davranmış olabilirdim. Hatta hatamın üzerine halen haklı görünmeye çalışıyor da olabilirdim.

Fakat yine de ikna ederdim...

Bir meziyet mi bu? Belki evet, belki hayır. Belki çok iyi bir hatip oldum hep. Belki de tam bir şarlatan. Ama bildiğim tek şey, ikna edebiliyordum ve bunu yaparken gerçekten ZEVK alıyordum.

Düşüncelerim her zaman doğru olmayabiliyordu, fakat benim düşüncelerimdi. Ve benim olanı kabul ettirmek inanılmaz bir haz veriyordu bana.

Bu düşünceleri başka birine sunmak, onun anlamasını sağlamaya çalışmak, bunun için türlü akıl oyunları, tartışmalar, ya da bazen sadece tek bir örnek... Sonuca ulaşmamı hiçbir şey engelleyemiyordu.

Hazzın boyutu her "ikna" da aynı olmuyordu elbette. "Av" ne kadar zeki, ne kadar donanımlı, ne kadar kendinden emin ise, sonuç o kadar tatmin edici oluyordu.

Sıradan fikirli insanların basit dünyalarına herhangi bir fikri sokmak o kadar can sıkıcıydı ki hatta, iknanın sonucunda duyduğu hayranlık, gözümde daha da küçülmesine, sıradanlaşmasına, basitleşmesine sebep oluyordu.

Daha akıllı olmalıydı.. Daha kendinden emin.. Daha donanımlı.. İkna olmamak için "direnmeliydi".

Evet... Tecavüze uğrayan bir beden gibi, aklı direnmeliydi bana..

Çıkış yolları bulmaya çalışmalı, zihninin değişik koridorlarında türlü tezler öne sürüp, mağlup etmeye çalışmalıydı beni.. Edebilir miydi?

Edemedi(ler)...

Her insanın bir "fetiş" i olduğuna inananlardanım. Fetişizmin tanımındaki gibi saplantılı, hastalık derecesinde olmasa da, her insanın takıntılı ya da hassas olduğu bir "şey" olduğuna inanıyorum.

Bu kimi için bir nesne, bir görüntü, bir "gereç" olabilirken, kimi içinse tamamen soyut olabiliyor.

Benim fetiş im ise akıldı...

AKIL...

Deniz kabuğunun içindeki inci gibi aradım "kurbanların" kafataslarında..

Özenle açtım "kafalarını". Her seferinde sanki içinden dev bir inci çıkacakmışcasına özenli ve heyecanlıydım. İçinin "boş" olduğunu gördüğümdeyse, büyük bir hayal kırıklığı ve kızgınlıkla aldığım "denize" geri gönderdim onları..


Seçiyordum deniz kabuklarını.

Yaşamdan... Çevremden... Hatta internetten...

Seçiyordum.. Seçiyordum... Her seferinde daha fazlasını istiyor, daha dişime göre, daha "akıl"lı birşeyler arıyordum..

Her seferinde daha büyük bir hırsla, daha büyük beklentilerle..

Ya sonra ne oluyor?..


Cinsellik/Fetişizm ilişkisinin, bir müddet sonra kişide "geleneksel" cinsellikten aradığı hazzı alamama sonucunu doğurduğunu biliyoruz.

Kişi "fetiş" eğilimi olan "nesneye" öylesine ilgi duyuyor ki, içinde o olmayan cinsel münasebetlerden tatmin alamaz hale geliyor..

Peki ya haz aldığınız şey "akıl" ise?

Tamamen içgüdüsel, tenlerin ve ruhların sahnesi olan bir olaya, mahremin en ucuna, kendiniz, O ve ruhlarınız haricinde bir şeyi daha dahil ederseniz ne olur?

Zihninizi...

Ben söyleyim;

İnanılmaz tatmin edici olur...

Belki ruhlar o "küçük" yatak odasına sığabilir. Belki bedenler için konforlu bir yatak yeterli olabilir.

Ama işin içine zihninizi soktuğunuzda, daha fazla alana ihtiyaç duyuyorsunuz.

Tüm eviniz, sokaklarınız, işiniz, eğlenceniz, çevreniz, boş vaktiniz, dolu vaktiniz, vakitsizliğiniz, oyun alanınız oluyor.

Islak, kaygan, dar ve sıcak bir "kas kümesine" girerken bir an için aldığınız hazzı, günün her anında, onun zihni ile oynadığınız her saniyede almaya başlıyorsunuz...

Bazılarınızın ağzı sulandı belki de.


BDSM'de kendimi bulmamın temelinde yatanın "akıl fetişi" yanım olduğunu fark etmem, kendimi BDSM'de buluşumdan görece sonralarda oldu. Bunu fark etmemle, attığım adımlar daha da sağlamlaştı.


Artık ne aradığımı biliyordum.

Nasıl arayacağımı biliyordum.

Nerede aramam gerektiğimi biliyordum.

Bulduğumda ona ne yapacağımı çok iyi biliyordum....

Sonra bulmaya başladım.. Aradığımın ne ve nasıl olduğunu keşfedince bu daha kolay olmaya başladı... Tek tek açtım her birinin kabuğunu.. İçindeki inciyi özenle çıkardım...

Bunca geçen yıldan sonra diyebilirim ki, hatıra kutumda çok değerli incilerim var benim.. Sadık, akıllı, değerli, güzel incilerim...

Evet, bir de çöp kutumda deniz kabukları...

Sayısız deniz kabuğu...

Zira bir inci bulmak için çok, çok fazla kabuk açmanız gerekiyor...

2 yorum:

  1. acaba tanışsaydık beni hangi kategoriye koyardınız,2 sinide hissettiğim anlar oluyo.ama bu arada denizkabuğu ve çakıltaşı toplamak çok eğlenceli,hem deniz kokuyolar yaz kış..

    YanıtlaSil
  2. "deliliğinin" dozunu gitgide daha çok kavrıyorum..

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *