28 Ocak 2012 Cumartesi

B. D. S. M.



Otobüste kolay kolay başkasına "akbil"imizi bile vermeyen insanlarız bizler... Peki nasıl oluyor da, tüm ruhumuzu, bedenimizi, benliğimizi, kişiliğimizi, inançlarımızı, hayatımızı başka birine "teslim" edebiliyoruz?...

Evlerinin, bahçelerinin etrafını sıra sıra çitlerle, dikenli tellerle çeviren insanlarız bizler... Öyleyse nasıl tüm bu korumalardan sıyrılıp, tüm bu kalkanları kendi rızamızla indirip, en savunmasız halimizle, en güçsüz, saldırıya en açık halimizle "birinin" karşısına çıkabiliyoruz/çıkmak istiyoruz?....

Bırakın küfretmeyi, kişiliğimize zerre laf edenleri karakollara, mahkemelere düşürüp süründüren insanlarız bizler...  Madem öyle, gururumuzu ayaklar altına alıp, etik, ahlak, toplum, örf, adet, aile gibi tüm "manevi" değerleri bir anda geride bırakıp "ondan" gelebilecek her türlü "beyan"ı neden kabul edebiliyoruz?.....


Diğer taraftan;


Sokakta küçük bir çocuğu ağlarken görüp yanından öylesine geçemeyen, illa ki gönlünü almak, yüzünü güldürmek isteyen insanlarız bizler... Peki nasıl oluyor da, karşımızda diz çöken o masum yüzü, o savunmasız, sadık, itaatkar canlıyı gözyaşları içinde bırakıyor, yüzünden çizgi çizgi akan makyajları keyifle izleyebiliyoruz?...

Bırakın sevdiğimizi, yanımızdaki herhangi birinin eline kaynar su dökülse, ne yapacağımızı şaşırıp telaşla yardım eden, içi acıyan insanlarız bizler... Öyleyse nasıl oluyor da o acılar içinde kıvranırken, çırpınmasını daha da engelleyerek canını yakıyor, her haykırışında bundan ayrı bir zevk alabiliyoruz?....

Her sabah güne gülen bir günaydın ile başlayıp, karşılaştığı herkese sevgi dolu cümleler sarf eden, canayakın insanlarız bizler.... Nasıl o hakaretleri sarf edebiliyor, tüm değer yargılarını çiğneyip, onu bir "mal" dan daha değersiz, daha ucuz, daha adi görmenin hazzını yaşayabiliyoruz?....


Evet, BDSM düşüncesine merhaba diyelim...

Bu konuya, eğilime, düşünceye tamamen uzak, alakasız olanlar için haddinden fazla ürkütücü, insanlık dışı ya da anlamsız gelebilir tüm bu betimlemelerim.

Fakat bir itaatkarın içinde hissettikleri, ya da bir Dominant ın yaşadığı hazzın tam karşılığı bu yazdıklarımda gizli...

 Egonun sonsuz açlığı, bunu bastırmak için girdiğimiz iç savaşlarımız, bastırabildiğimiz kadar "medeni" oluşumuz gibi "medeni" tartışmalara hiç girmeden... Acı etik midir, cinsellik tabu mudur gibi ahlaki dogmaların etrafından dolaşarak.... Türkiye gerçeği, "bu ülkede bu işler  zor abi" gibi toplumsal tartışmalara hiç kapılmadan direk mevzu ile ilgilenmek istiyorum bu yazımda; BDSM

Ola ki buraya kadar tüm yazılarımı okuduysanız, sabırla takip ettiyseniz, en azından kendinizden birşeyler bulabildiyseniz, az çok aynı dili konuşuyoruz demektir.

Yazacaklarım hem dominant ruhlara hem de itaatkar ruhlara hitap etmesine, kimseyi eğiliminden ya da tercihlerinden dolayı yargılamayacak olsam da, dile getirmek istiyorum ki; Dominant eğilimlere sahip bir erkeğim.

Bunu keşfetmeden önce de öyle biriydim, adını koymadan önce de öyleydim, üniversiteye başlamadan önce de, liseye hazırlanırken de, babamla ilk kez o tahta sıralara oturmaya giderken de küçük bir "Dominantçık"tım ben.


(Bence)

Siz de hep şu an olduğunuz gibiydiniz aslında. Sonradan dominant olmadınız. Sonradan itaatkar bir ruha kapılmadınız. Önceleri kontrol bende olmalı diye kıvranan bir beyine sahipken, şimdi "birine ait olmalıyım" diye sızlanan biri olmadınız hiç.. Hep böyleydiniz, hep öyleydiniz...

Ya da, şimdiki hissettiğinizden tamamen farklı oldunuz mu yoksa?..

Eğer öyleyse tekrar düşünün derim. Zira ya eskiden ya da şimdi.. İki durumdan birinde, kendinizi ciddi manada kandırmaktasınız.

Hayat, yaşam, toplum, aile, eğitim, öğretim, sosyal çevre elbette kişiliğin şekillenmesinde önemli role sahip. Ancak ne kadar önemli role sahip olursa olsun, ne kadar baskın ya da yoğun olursa olsun, içinizdeki bu eğilimi, "tarzınızı" SONRADAN değiştirmeye yetecek kadar güçlü olabileceğine inanmayan biriyim BEN.

Sonuç; Var oldunuz, yoğruldunuz, şekillendiniz ve şimdi nasılsanız öyle oldunuz/oldum.

İyi ki de oldunuz... Kim sizi ne kadar eleştirirse, kendinizi ne kadar topluma yabancı, toplum dışı, kabul edilemez, aykırı isteklere sahip görseniz de, değilsiniz.. Siz toplumun ta kendisisiniz. Böyle doğdunuz, böyle oldunuz...

Peki ne oldunuz?..

Dominant?

İtaatkar?

Efendi?

Köle?

Master?

Mistress?

Switch?..

Düşünün biraz.. Betimleyin içinizdekini... Siz hangisisiniz?..

Düşünmek güzel, değil mi?...

Hadi düşünelim öyleyse...

7 yorum:

  1. Merhaba, öncelikle tüm postlarınızı iki gün içinde okuduğumu belirtmek isterim.

    Uzun zamandır yaşamak ve hayatta kalmak arasındaki farkı, varoluşsal ilkel benliği, bilinçaltını, kendinin farkında olan tek canlı olmayı, toplumsal normlar ve kişisel inançlarımıza uygun davranmaya çabalarken üst benliğimiz ve bununla sürekli kavgaya tutuşan varoluşsal isteklerimizin ne kadar çeliştiğini, bu amansız çelişkinin yarattığı kargaşayı, güvensizliği ve kendini gerçekleştirememiş olma hissi...

    Ahh! Neresinden alsam tutarsızlık, hangi perspektiften baksam olmuyor. Derin bir boşluk ama ne olduğunu bulamıyorumm, flu kalıyor. Derken sordum kendime: biz kimiz, neden buradayız, hangi amaca hizmet etmek için gönderildik? Öyle ya bilinç ve farkındalık salt türümüze bahşedildiğine göre bu hem bir ödül hem de bir cezadır.

    Elzem bir amaç olmalı ama ne? Hiç bir zaman bir ateist gibi ya da panteist gibi düşünemedim mutlak bir bütünleşme olmalı sanki.

    Varoluşsal sorgulamalar, yabancılaşmalar ve tüm bu çelişkilerin yarattığı nksiyetelerin ortasında kendimi "an"lamaya karar verdim. "An"lamak öyle büyülü biir kelime ki! Hem akla gelen ilk anlamıyla ussal bir kavrayışı, hem de zamanın ritmini-boyutunu bir fotoğraf karesi misali "an"lamak. "An"da kalabilmek. "An"dakine güvenebilmek. "An"a teslim olmak neden bu kadar zordu? Anda yaşamayı uzun zamandır beceremeyen biri olarak en azından kendime, başka hiç kimseye değilse bile hiç olmazsa kendime dürüst olmalıydım.

    Uzun oldu farkındayım ve eminim bunu görür de okursanız "iyi de banane senin hayatından" diyebilirsiniz. Söylemek istediğim postlarınız kafamda bir şeylerin biraz daha oturmasına yardımcı oldu. Muhtemelen ben kendi içsel dinamiklerimin varlığımı tam anlamıyla "an"lamlandırmasına hiç bir zaman cesaret bulamayacağım. Bu güvensiz boşluk benimle hüküm sürecek.

    Dedim ya kimseye olmasa bile kendime itiraf etmeliydim bunu. Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öylesine güzel ifadeler kullanmışsın ki, kendi iç hesaplaşmalarını okumaktan büyük keyif aldım diyebilirim.

      Ta ki, "iyi de banane senin hayatından" şeklinde bir tepki verebileceğimi aklından geçirdiğin "an" a kadar.

      Zira, çevremde olanlara, başka hayatlara ve insanlara karşı "bana ne" umursamazlığında olduğumu gerçekten düşünmediğini "umuyorum".

      Sil
    2. Bir bildirim maili aldım ve şaşırdığımı söylemem gerek, çünkü son post tarihinizden yola çıkarak belki de sayfayı bırakmış olabileceğinizi düşünmüştüm.

      Bu postta yaptığınız sosyo-psikolojik irdeleme beni çok etkiledi diyebilirim, bunun çok iyi bir gözlem yeteneği ve isteği gerektirdiğini düşündüm. Bu da tüm evreni "umursamaktan" geçerdi. Dolayısıyla düşündüğüm şey umursamazlık değildi.

      Yazdıklarımı, yazmazsam olmaz, bir güzellik gördüm takdir etmek gerek görmeyecek bile olsa elbet ben nasıl denk geldiysem birileri de okuyacaktı burayı. Bu anlık istekten ötürü anlaması zor ve kopuk yazmış olabileceğimi düşündüm. Sıkmak istemedim. Endişem buydu.

      Sil
    3. Endiseye yer birakmayacak kadar samimi ve "dolu" ifadelerle kendini ifade ettigini dusunuyorum.

      "Umursama" konusundaki fikrimi acik ve aleni bir platformda ifade etmek yerine "kisiye ozel" dile getirmek isterdim. Ancak mevcut profilin buna imkan vermediginden, acik platformda yazmak durumunda kaldim.

      Sayfayi hicbir zaman birakmadim. Ancak, sanirim yazmaya deger birikmisliklerimin cogunu kaleme aldim ve yenileri zaman istiyor.

      Sil
  2. Sylvia Plath der ki:
    "Neden yazı yazdığımı mı soruyorsunuz bana? Zevk mi alıyorum? Değer mi? peki para kazandırır mı? öyleyse bir nedeni var mı?… Yazıyorum çünkü içimde susturamadığım bir ses var…"

    Yazmalısınız, su gibi okunuyor. Etrafınızdaki şeyleri bile anlatsanız eminim bu perspektifle ilgi çekici olur. Çünkü herkes için pipo sadece pipo değildir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Motive etmek hususunda kabiliyetli oldugun su goturmez.

      Fakat yine de, "sevgili gunluk" misali alelade, gunluk serzenislerimi kaleme almak, kalemi ziyan etmek olur benim nazarimda.

      Buna deger olmali. En azindan ben oyle olduguna inanmaliyim.

      Sil
  3. Peki.
    Periyodik olarak refresh yapayacağım bu blogda.
    "Yazmaya değer olduğuna inandığınız" bir şey bulmanızı umuyorum.
    Sevgiler.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *