22 Nisan 2018 Pazar

Sen Önce Dujj...



Soğuk bir sonbahar günü..


Olması gerekenden fazlası ile soğuk.


Önceki günlerle kıyaslanamayacak derecede soğuk...


. . . .


Geçiş dönemlerini oldum olası sevmedim.


Bir "iş"i değiştirmek,


Bir şehri değiştirmek,


Bir evi değiştirmek,


Ve elbette en rutin can sıkıntım, bir mevsimin değişmesi, özellikle de "geçiş" mevsimleri..


"Bahar" ayları pek de mevsim hissi uyandırmıyor bende.


Zira mevsimleri en çok "sıcaklık" ile özdeşleştiren -Ben- için, kendine has bir "karakteri" olmayan ara geçiş halinden ibaret geliyorlar.


Yaz sıcaktır / Kış ise soğuk.


Bunlar bir tavrı, "karakteri" olan mevsimler.


Ancak "bahar" öngörülemezdir ve her türlü hava olayına gebedir.

Öngöremediğim her şey gibi; Benim için fazlası ile sinir bozucu...


Tercihim ise her zaman sıcaktan yana olmuştur.


Öyle ki; +50C'yi, -1C'ye tercih eden bir bünyeyim.


Sıcağın bende uyandırdığı konfor hissinden hazzediyorum.


Ve "Konfor" konusunda fazlası ile takıntılıyım...


Hayatımın her anında konforlu bir yaşamım olduğunu söyleyemem.


Ancak buna rağmen, konfor olanaklarımı limitlerinde zorlamaya çalışan biriyim.


 . . . .

Konuya dönelim. Ne diyorduk? Evet, soğuk bir sonbahar günü...

Haftasonu.

Uzun süredir görüşmemiştik.

Gerek işle ilgili yaşadığım yoğun dönemin etkisi, gerekse kalan zamanımda halletmem gereken şahsi meseleler nedeni ile yanıma çağırmadım uzunca süre.

Bu soğuk sonbahar gününü evimde, sıcak evimde, sıcak kanepeme uzanarak ve keyif aldığım üçbeş siteyi takip ederek geçirme gayesinde iken, sağ altta beliren bildirim kutucuğuna gözüm ilişiyor.

-XXX Çevrimiçi-

Yaptığım şeyi yapmaya devam ediyor ve birşeyler yazmadan gezinmeye devam ediyorum...

Yaklaşık bir dakika sonra ikinci kez o uyarı penceresi beliriyor:

-XXX Çevrimiçi-

. . . .

Gündelik yaşamda yapamadığınız ama kimi zaman içten içe yapmayı istediğiniz şey değil midir aslında bu? Herhangi bir mekana girersiniz, ancak girişinizin beklediğiniz etkiyi yaratmadığını ya da o an istediğiniz "ilgi"yi alamadığınızı fark edersiniz ve içinizden bu girişi yeniden deneme arzusu geçer.

İşte tam da buydu olan.

XXX tekrar çevrimiçi oluyor. "Ben geldim." demeye çalışıyor. Fark edilmek istiyor. Ama bunu kelimelere dökemiyor...

Çünkü gurur, insanın ruhu ile çelişen mızmız ve karamsar bir kardeş aslında. Hiçbir zaman hoşnut olmayan, herşeyin istediği gibi gerçekleşmesini talep eden, ancak bunun için zerre kadar kendinden ödün vermeyen bencil bir kardeş..

Her zaman söylediğim gibi; eğer "O"nun sadakatinden ve aidiyetinden eminseniz, attığı ya da atmadığı her adım sizin için bir keyife dönüşebilir.

Zira çıkıp yeniden girişindeki o "kıvranış" dahi benim için bir haz unsuru...

. . . .

Birkaç dakika daha bu şekilde sessiz "kalabildi".

Akabinde, nasıl olduğumu, ne yaptığımı, haftasonumu nasıl geçirdiğimi merak eden mesajlar ile dialog kurdu.

Yine imalı yollar ile özlediğini ve görüşmek istediğini dile getirdi.

Havanın soğuk olduğundan bahsediyor ve böyle havalarda dışarıda olmaktan hazzetmediğimi söylüyorum.

Soğuktan rahatsız oluşuma şaşırıyor.

İradesi sağlam biri oluşumdan, güçlü bir yapımın oluşundan, böyle birinin soğuğa karşı hassas olmasının kendisini çok şaşırttığından bahsediyor...

Şaşırabilir, şaşkınlığını dile de getirebilir. Problem yok elbette.

Ancak, devamında kurduğu cümleler işin rengini "biraz" değiştiriyor;

Kendisinin soğuğa karşı çok dayanıklı olduğundan, Buz gibi havalarda dahi işe yürüyerek gittiğinden ve bundan hiç rahatsızlık duymadığından, soğuğun bir insanı bu kadar rahatsız etmemesi gerektiğinden bahsediyor. Ve hatta soğuğua karşı dayanıklı olmanın güçlü bir iradeye sahip olmakla özdeşeceğini kasteden imalarda bulunuyor..

Tek gayesi beni soğuk havanın o kadar da problem edilmemesi gerektiğine -kendince- ikna edip, benimle buluşmak iken, her zamanki patavatsızlıkları ile yine başını "belaya" sokmayı başarıyor...

Evden çıkmak istemediğimi ve bana gelmesini söylüyorum.

İkiletmiyor..

Kombinin ısısını birkaç derece daha yükseltiyorum ve kombiye "ufak bir ayar" yapıyorum.

Ev, konfor sıcaklığının üzerinde bir ısıya ulaşıyor.

Eve gelmesi uzun sürmüyor.

Montunu çıkarıp salona geçiyor. Yanıma oturuyor.

Biraz sohbet ediyoruz. Dışarıdan yeni gelmiş olmasından dolayı henüz yeni yeni ısınıyor. Ancak bir müddet sonra, üzerindeki kazağın da etkisiyle, terlemeye başladığını görüyorum.

"Çok sıcak değil mi burası?" diyor.

Dışarıdan geleceği için ısıyı yükselttiğimi söylüyorum.

Fırsatı kaçırmıyor. Patavatsızlığından dirhem kaybetmediğini göstererek, soğuğua karşı ne kadar dayanıklı olduğundan ve benim nasıl olur da bu kadar çok üşüyebileceğimden bahseden cümleleri ardı ardına yeniden sıralıyor.

Haklısın diyorum. "Haklısın, zayıf bir bünyeyim ben."

Susuyor.

Onu demek istememiştim.... diyor.

Ne demek istediğini ya da ne demek istemediğini o kadar iyi biliyorum ki..

"Terlemişsindir, üzerini çıkar istersen." diyorum.

"Gerek yok, teşekkürler." şeklinde bir cevap alıyorum.

"Terlemişsindir, sen üzerini çıkar bence." diyorum.

Cevap vermeden gözlerime bakıyor. Kazağının ucunu iki eliyle buruşturarak oturuyor karşımda..

Birkaç saniye sonra kazağını çıkarıyor.

"Yok yok, sen çok terlemişsin, -bence- çıkar hepsini." diyorum.

Olanların farkına vardığından, bu sefer tereddüt etmeden pantolonunu ve diğer kalanları da çıkararak iç çamaşırları ile kalıyor.

Elimi sırtına atıyorum. "Sen çok fena terlemişsin, bi' duş almadan kendine gelemezsin." diyorum.

"Şey, aslında ben yeni duş almıştım ama.." diye cevaplıyor.

Elinden tutup kaldırıyorum. Banyoya doğru ilerliyoruz.

Duşakabinin önünde dikiliyor ve bana bakıyor..

"İç çamaşırlarını da çıkar istersen." diyorum.

Tamamen soyunuyor ve duşakabine giriyor...

"Seni izlememde bir sakınca var mı?" diye soruyorum.

Tereddütlü... "Tabi, tabi sakınca yok." diyor..

Duş başlığını alıyor ve suyu açıyor..

Kombinin devreye girmesini ve sıcak suyun gelmesini bekliyor.

Bekliyor...

Bekliyor...

Normalden uzun sürdü. Ancak halen su ısınmıyor...

"Neden almıyorsun duşunu?" diye soruyorum.

"Su... Su bir türlü ısınamadı." diye cevaplıyor.

"Ah.. Söylemeyi unuttum. Kombinin sıcak su veren tesisatı devre dışı." diyorum.

"Devreye alamaz mıyız?" diyor.

Şaşkın bir ifade ile, "Sen soğuk suyla duş alamıyor musun yoksa?" diyorum.

"Alabilirim... Ama.."

"Aması yok. Başla öyleyse"...



Bu dialog esnasında, borulardaki "bir nebze olsa ılık" suyun da akıp gitmesiyle, keskin bir soğuk, duş başlığından zemine süzülüyor.

Öyle ki, bacağına sıçrayan soğuk sudan dahi rahatsız olduğunu görmek mümkün...

Başlığı ayak uçlarına tutuyor...

Üşüyen ayağının üzerine diğerini kapatıyor...

O üşüyünce, bu sefer diğerini üste çıkarıyor...

Ayak bileklerine.. Dizinin altına doğru tutuyor suyu...

Bacakları birbirini ısıtmak için çırpınırcasına yapışıyor..

"Ama böyle yavaş olmaz ki.." diyerek başlığı elime alıyorum.

İki eli yumruk vaziyette, bacakları birbirine kenetlenmiş, kolları vücuduna paralel, kafası önde...

Soğuk ve  olacakların endişesinin birleşmesi ile derisinin diken diken olduğunu görebiliyorum..

Duş başlığını iyice kısıyorum.

Buz gibi su, başlıktan kıl kadar ince akıyor...

Başlığı bana yakın olan omuzuna yaklaştırıp, soğuk suyun kolundan aşağı süzülmesini sağlıyorum.

İrkiliyor.

Suyun değdiği omuz, üzerine kilolarca yük binmişcesine aşağı eğiliyor.

Kaçınmak istiyor, kaçınamıyor...

Hareketsizce titremeye devam ediyor...

Suyu göğüs ucuna tutuyorum..

Ah o kahverengi göğüs ucunun büzülmesi!.. Ne keyif verici bir görüntü!..



Ve diğer göğsüne...

Başlığı sırtına götürüyorum.

Avuçlarını biraz daha sıkarak buz gibi suyun sırtına değmesini bekliyor....

Başlığın arkasını ense köküne değdiriyorum. İstemsizce yana kıvrılıyor...

Başlığı düz çevirmemle birlikte ise, dudaklarının arasından bir "Ighh..." yükseliyor.

"Bu böyle olmayacak." diyorum..

Musluğa uzanıyor ve suyu iyice açıyorum.

Bekliyor.. Sessizce bekliyor...

Karşısına geçiyor ve karnına doğru tutuyorum tazyikli soğuk suyu.

Az önceki "Ighh".. "Ahhhh" şeklinde ve şiddetle dökülüyor dudaklarından.

Cenin gibi kapanıyor karnına doğru.

Omuzlarına, kollarına ve bacaklarına doğru fışkırıyor su..

Elleri durmadan hareket ediyor.

Elleri vücudunu kapatmaya çalışıyor.

Ellerinin ısısı ile biraz olsun ısınmaya çalışıyor....

Buz gibi su bedenine fışkırırken, ayak uçlarında yükselip olduğu yerde bir sağa bir sola kıvrılıyor.

Bir dakika kadar bu şekilde devam ediyor.

Sonra suyu üzerinden çekiyorum.

Saçları hariç tüm bedeni sırılsıklam.

Üşüyor....

"Üşüme." diyorum. "Dik dur. Sen dayanıklı bir bünyesin(!)"

Dikleşmeye çalışıyor. Başlangıçta kollarında ve bacaklarında beliren o hafif titreklik, yerini bariz bir titremeye bırakmış durumda..

Titriyor.. ve üşüyor...

Ancak dediğim gibi, sonunda dimdik duruyor...

"Hadi, ıslandığına göre, şimdi biraz duş jeli sür." diyorum.

Bitti sanarken, bir kez daha "durulanacağı" düşüncesi ile gözlerimin içine "hüzünle" bakıyor...

Uzanıyor, eline alıyor duş jelini ve diğer avucuna döküyor.

Öyle titriyor ki, avucunu tutturmakta zorlanıyor...

Jeli vücudunda gezdiriyor...

İki eli ile bir yandan sürerken, bir yandan kendini ısıtmaya çalışıyor.

"Çok yavaşsın. Sen sürmeye devam et. Geliyorum birazdan." diyerek banyoyu terk ediyorum.

Mutfağa gidip bir bardak su dolduruyorum. Aceleci davranmadan içiyorum....

Üç dakika kadar sonra geri geliyorum.

Öyle belirgin ve şiddetli titriyor ki..

Başlığı yeniden elime alıp suyu açıyorum...

Neyin geleceğini öncekinden daha kesin bildiğinden, gözlerini de kısarak beklemeye başlıyor..

Tazyikli suyu tüm vücuduna tutuyorum.

"Etrafında dön.."

Dönüyor...

Tazyikli su vücudundan süzülürken, artık elleri ile vücudunu ısıtmaya çalışmıyor....

Tamamen "durulandıktan" sonra başlığı bir kenara bırakıyor ve O'nu izlemeye başlıyorum...

Yıpranmış, yorulmuş, üşümüş ve bitkin...

Titremeye dahi mecali kalmamış...

Kollarımı açıyor ve "Gel buraya." diyorum....

Sahibinin kapıyı açması ile, üzerine koşarak atlayan bir köpeğin heyecanı ile bana doğru koşup sarılıyor.

Islak bedeni tüm elbiselerimi ıslatıyor.

Sarılıyorum.

Çenesini tutup gözlerini gözlerime çevirip söylüyorum;

"Soğuğa delikanlılık olmaz."

Başı ile defalarca hızlı hızlı onaylıyor.

"Soğuk... Olmaz.."


15 yorum:

  1. Çok acımasızca bir ders olmuş, ama olmuş.. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben ise, aslında "vicdanlı" olduğum kanaatindeyim.. :]

      Sil
  2. "nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötekdir" der ve diğer postlara sıçrarım.

    YanıtlaSil
  3. Sarilmaniz cok guzel olmus bence

    YanıtlaSil
  4. birazdan bilenklerimi keseceğim...........

    YanıtlaSil
  5. Bence fazla agir olmus ama sonucu etkili olmus :)

    YanıtlaSil
  6. Son yazının üzerinden neredeyse yarım yıl geçmiş de "acaba Kalem Kesiği artık blogu bıraktı mı?" diye düşündürüp, kıvranmama sebep olmuş, köleniz biraz soğuk suyun altında kıvranmış, çok mu?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kalem Kesiği blogu bırakmadı. Ancak, Kalem Kesiği yazacak istek ve arzuyu bu aralar kendinde hissetmiyor diyelim..

      Sil
    2. O arzunun bir an önce nüksetmesi dileğiyle o zaman.

      Sil
  7. Demek böyle de oluyormuş. Çok hoş.

    YanıtlaSil
  8. Yazık değil mi ya :(

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *