11 Ocak 2018 Perşembe

Mum Önemli...





Kilolu biri değilim.

Çok zayıf olduğumu da söyleyemem.

Hatta "Yemek için yaşayan" bir insandan çok, "Yaşamak için yiyen"ler kategorisine girdiğimi bile söyleyebilirim.

Ancak değişik damak tadlarını keşfetmeyi, özellikle "etobur" yemek kültürüne dair farklı soslarla hazırlanmış lezzetleri denemeyi fazlası ile seven biriyim.

Bu noktada ise, yemeği yediğim yerin ambiansından ya da ortamın bana ne kadar hitap ettiğinden ziyade, yediğimden aldığım hazza önem veriyorum.

. . . .


Bir süredir methini duyduğum ancak gidip yemeklerini tadmaya fırsat bulamadığım bir restorana, o cuma akşamı gitmeye karar vermiştim. 

Uzun süredir görüşmemiştik.

Sık mesaj da atmıyordu.

Bunun sebebinin beni rahatsız etmemek olduğunun, aslında fazlası ile iletişime hevesli olduğunun farkındaydım.

O cuma, günde 1-2 ile sınırlı olan mesaj gönderme ortalaması, "normal dağılım"ın fazlası ile üzerine çıkmıştı.

Açık açık görüşmek istediğini dile getiremiyor, ancak bunun dile gelebileceği bir fırsat yaratmak için kıvranıyordu.

Akşam XXX'a gitmeyi planlıyorum. İstersen beraber gidebiliriz dedim.

Gittiğim yerin hangi semtte olduğunu, kaçta gideceğimi, kimlerin orada olacağını, bunun bir eğlence yeri mi, bir restoran mı yoksa bir "taverna" mı olduğunu merak dahi etmeden, evet/hayır yarışmalarını özendirecek çeviklik ile kabul etti.

Akabinde aklı başına gelmiş olacak ki, "Ne giymeliyim? Nasıl bir yer burası?" şeklinde sorular yönlendirmeye başladı.

Et üzerine bir yer olduğunu söylemekle yetindim.

. . . .

Akşam buluştuk. Gayet sade ve şık bir elbise giymişti.

Mekan ise fazlaca sade, gösterişten uzak, ancak rafine sayılabilecek bir yerdi.

Mekana girdiğimiz andan itibaren "ahşap" atmosferi ve aşırı sadeliği üzerine sürekli yorumlar yapıyordu.

Yemeğe dair fazlaca beklenti içine mi girmişti?...

Şu şöyle olabilirdi, bu böyle olabilirdi, şunu atlamışlar, bunu görmezden gelmişler, gibi türlü yorumları sıralarken,

"Ayrıca hiç romantik değil. Hiç mum yok burada. İnsan masalara birer tane koyar en azından. Mum önemli." dedi.


Gülümsedim.

"Mum önemli tabi." dedim...

Geçmişinde bir IKEA hadisesi yoktu. Ya da "Kaç Oldu"ğunu hatırlamak zorunda kalmamıştı.

Toydu ve bu O'nun benimle ilk "Gülümseme tecrübesi" olacaktı.

Dolayısı ile gülümseyişim, herhangi bir tedirginlik yaratmadı. Aksine yorumuna gösterdiğim tepkinin yarattığı rahatlama ile, konu üzerine birkaç kelam daha ederek, sohbeti devam ettirdi.

Yemek beklediğimden daha güzeldi. O'nun da hoşuna gitmişti. Ancak sanki "günün başlığı"nın farkındaymış gibi, mumlara takıntısını çıkarken de dile getirdi.

Evime yaklaşırken, bu sefer ben sohbeti mumlara getirdim.

- Ne tür mumları seversin?

Kokulu mumlardan bahsetti. Özellikle ev üretimi olanlardan. Hazırlayanın verdiği değerle kalitesinin yükseldiğinden, şimdiye kadar çok eşsiz kokulu mumlar aldığından, ortamın atmosferini hem görsel hali ile hem de kokusunun yarattığı etki ile ne kadar değiştirebileceğinden bahsetti.

Merdivenleri çıkıyorduk.

Mumların renklerinin de önemli olduğunu, ambiansa uygun renkli mumlar seçilmesi gerektiğini söyledi.


Renkli mumları pek tercih etmem dedim.

"Nasıl yani? Renksiz mumlar ortama pek birşey katmaz ki? Ancak minik olanları dekoratif maksatlı kullanılabilir." dedi.

Renkli mum iz bırakır dedim.

"Etrafa dökmemek lazım tabi, lekesi çıkmayabilir." diyordu.

Zihninde halen bir "ışık" yanmamış oluşu beni yine keyiflendirmeye başladı.

Bazen bilerek dökmek lazım diye cevap verdim.

Merdivenler düz ve yeterince geniş olmasa, o anki reaksiyonu ile tökezleyip düşebileceğinden eminim.

Gözleri dehşetle donuklaştı.

Göz bebeklerine bakarak, o birkaç saniye içinde, yemek yediğimiz ilk andan itibaren ağzından dökülen "halt"ları bir bir anlamlandırışını ve nasıl bir "felakete" doğru sürüklendiğini fark edişini izlemek öyle zevkliydi ki..

. . . .

Ruh halinin değiştiği o "an".

Fark eden için, keyfin, seyrin tadının çıkmaya başladığı "an"...

"Subspace" (köle/itaatkar ın, itaat güdüsünün gittikçe artması, itaat ettiği insan ile arasındaki "dünyada" gittikçe daha yoğun bir aidiyet ve teslimiyet boyutuna ulaşması ve "gerçek" ten soyutlanma hali) diye adlandırılan o dünyaya doğru yavaşça ilerliyordu.

Daha az konuşuyor, daha az göz teması kurmaya gayret ediyor, hatta adımları dahi daha "geriden" gelmeye başlıyordu...

İşin pek bir "sürprizi" kalmamıştı aslında.

Ancak uzayan her saniye, olaya daha fazla keyif katıyordu.

Odada, masamın kenarında duran birkaç mumu gördü.

Köy evlerinde duvara asılan silahı izleyen şehirli misafir gibi kenetlenmişti mumlara.

Aklından neler geçiyordu?...

Ne kadar fazla "ihtimal" geçiyorsa aklından, korkusu ve -korkuya rağmen- teslimiyeti o denli fazla mana kazanacaktı.

Birşeyler olacağı kesindi.

Ama ne olacaktı?..

11 yorum:

  1. Gerçekten hoşve sanatsal bir anlatım...

    YanıtlaSil
  2. Eee?
    "Ama ne olacaktı?" kısmından sonrası yazmadan mı bırakılır?
    Ya da devamı daha sonra mı gelecek bilmiyorum ama yazım tarzınız hayli ilgi çekici okutuyor kendini.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim.

      Evet, devamı daha sonra gelecek.

      Sil
  3. Kalem Kesiği filmin sonunu izleyiciye bırakan yönetmenler gibi..

    Sonu belli değil, herkes hayal edebildiği kadarını görüyor.

    YanıtlaSil
  4. Senin kadınların IQ sü hep düşük oluyor sanki..

    YanıtlaSil
  5. Ne olabilir ki Allahaşkına yaa :) Mum yakıp üstüne damlatcaksın işte. Bir de Amerika nın Irak ı özgürleştirmesi gibi bu hamle kızı bir özgürleştircek, bir eğitcek, bir göklere çıkarcak filan. Rationalization to your sadistic nature. We don't buy it.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili "Adsız";

      Pardon fakat, yazımın başlığı "Evrenin Sırrı"ydı da ben mi farkında değilim?

      "Sunduğum" ya da anlattığım, eşsiz, denenmemiş, göz kamaştırıcı ya da aklınızı baştan alıcı bir "hikayedir" diye bir iddiada mı bulundum?

      Keyif almadı iseniz ya da "hoşnut" olmadı iseniz, yarattığım rahatsızlığı, ziyaretinizi tekrarlamayarak ortadan kaldırabilirsiniz.

      İyi "gezinti"ler.

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *