31 Mayıs 2012 Perşembe

Kadın - 1



Benimle hiç görüşmemişti Kadın.

Beni hiç "gör"memişti.

Adımı dahi bilmiyordu..

Benimle olan dialogu haftalar-aylar sürmüş olsa da,

Benimle konuştukları sayfalar dolusu olsa da,

Bana anlattıkları kendine dahi itiraf edemeyeceği kadar "ağır" olsa da,

Tüm ruhunu, bedenini, çocukluğunu, gençliğini, geçmişini, bugününü anlatmış olsa da,

Bir problem olsa,

An gelse,

Bir nedenden ötürü "Kim" olduğumu, ne olduğumu, nasıl biri olduğumu tanımlamak zorunda kalsa, "somut" ifadeleri yarım paragrafı geçemeyecekti...



Beni "biliyordu". Çok iyi biliyordu.

Hissediyordu.

Ama hakkımda hiçbir şey "bilmiyordu"....

Halbuki, 
Bilmek için o kadar çok çaba sarf etti ki..

Beni görmek için..

Yanıma gelebilmek, bir kez olsun yüzyüze görüşebilmek...
Beni tanımak, hakkımda en ufak bir bilgi sahibi olabilmek için...

Uzun muyum?..

Kısa mıyım?..

Şişman ya da zayıf?

Güler yüzlü müyüm acaba?..

Belki de sert, somurtkan, despot biriyim...

Nasıl giyinirim..

Bir adım var, evet ama ben "Kim"im?...


. . . . 

Günlerdir uykusuzdu Kadın..

Her şey üst üste geliyordu. 

Bu yoğun iş temposunun arasına sıkıştırdığı birkaç günlük şehir dışı gezisi gerçekten gerekli miydi?...

Tek istediği şey sıcak bir yatak ve huzur dolu bir uyku iken, şimdi yardıma ihtiyacı olan bir arkadaşı için yollara düşüp onca eziyeti çekmek tam bir çile olacaktı..

Böyle anlatmıştı bana durumunu.

Bir beklenti ya da "şikayet"ten çok uzak, sadece içini dökerek anlatmıştı...

Her zamankinin aksine, hiçbir tepki beklemeden. Bu kez bir soru işareti dahi eklemeden tamamlamıştı cümlesini. 

Sadece içini dökmüştü..


"Yanıma gel" dedim Kadın'a.


Şaşırdı...

Oysa bunun için, yanıma gelebilmek, beni bir kez olsun görebilmek için, öyle uzun, öyle dolu, öyle yoğun sözler sarf etmişti ki defalarca..

Bununla ilgili öyle hayalleri vardı ki..

Sanki bu "sıradan"lığa içerlercesine tepkisiz kaldı.

Bir filmin kapanış sahnesi gibi zirvede duymak istediği bu cümleyi, bir zafer edasıyla, kazanmak için uğraştığı bu görüşmeyi bu kadar "alelade" elde edebilmiş olmaya "şaşırdı"...

Fakat böyle olmalıydı..

Bir zafer kazanmak, bir kazanım "elde" etmek, ona değil, Bana ait birşey.

-Evet narsistim- ve ancak onun istemeyi unuttuğu bir "an"da gerçekleşecek bir eylem için en uygun an, bu an dı benim için..

O şaşkındı, ben ise keyifli..

. . . .

Fakat yorgundu...

Evet.

Fakat uykusuzdu...

Kesinlikle.

Gideceği şehire indiği an yapacağı ilk şey uyumak iken, benimle mi görüşecekti?

Aynen öyle.

Takatinin son zerrelerini, gücünün son kırıntılarını benim için sarf edecek, etmek için direnecekti...

Neden şimdi?..
. . . .

Aidiyet, her zaman için bir "ritüel" değildir.

Efendi önünde diz çökerek "ilan" edilen teslimiyet, bir nazi selamındaki "mekanik" tavırdan farksız ve yavan kalıyor benim için.



Evet, önümde diz çöküp gözlerimin içine bakan bir çift gözden ben de haz alıyorum.

Ancak sadece karşımda duran "manzaranın" hazzı. Hepsi bu...

Benim için, asıl aidiyet yaşamın içinde olmalı.

Yaşamın tam ortasında, hiçbir gösterişi olmayan "an"larda, gündelik yaşamın en gündelik halinde olmalı aidiyet.

Bazen,

Sağanak yağmurda yerinden kıpırdamadan, sokağın ortasında, hiçkimseyi, hiçbir şeyi umursamadan, sırılsıklam, benden gelecek tek bir komutu beklemektir aidiyet.

Bazense,

En bitkin olduğun, "kendin"le kalmaya en fazla ihtiyaç duyduğun anda bundan vaz geçebilmektir aidiyet...

Tıpkı Kadın'ın yapmasını istediğim gibi.


. . . . 

Söylediğim saatte, söylediğim yerdeydi.

Oturmuş, bekliyordu..

Kimi bekliyordu?

Neyi bekliyordu?..

Yaptığı şey ne kadar doğruydu?..

Ait olmadığı bir şehirde,

Hiç bilmediği bir yerde,

Yüzünü dahi görmediği,

Hayır hayır, adını dahi öğrenemediği bir adamın komutu ile bekliyordu..

Neden bekliyordu?....




Belki gelmeyecekti.

Söylediği saat çoktan geçmiş, üzerine bir saat daha geçmişti..

Evet, gelmeyecekti...

Beklemeli miydi?...

Beklemeliydi.

Neden? Neyi? Ne için?...

Bilmiyordu.. Bekliyordu.


Gelecek miydi?...


2 yorum:

  1. ormandaki kadın fazlasıyla kışkırtıcı, harika bir seçim olmuş

    YanıtlaSil
  2. "Benim için, asıl aidiyet yaşamın içinde olmalı.

    Yaşamın tam ortasında, hiçbir gösterişi olmayan "an"larda, gündelik yaşamın en gündelik halinde olmalı aidiyet."

    Güzel ve açıklayıcı bir ifade...

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *